RIBA’da açılan “The Stadium” sergisinde yer alan projeleri üreten HOK Sport+ Venue+ Event (kısaca HOK SVE)’nin Londra ofisine konuk olduk. Ofisin direktörü Barry Lowe, HOK SVE’nin işleyişi ve ürettikleri projelerle ilgili bilgi verdi ve sorularımızı cevaplandırdı.
Barry Lowe’un açıklamalarına göre HOK SVE’nin yapısı şöyle:
HOK SVE, merkezi ABD’nin Kansas City şehrinde bulunan uluslararası bir firma olan HOK (Helmuth-Obata-Kassabaum)’un; spor, kamu ve etkinlik mekanları tasarımı ve uygulaması yapan uzmanlaşmış bir dalı. “insanları biraraya getirmeyi hedefleyen yeni bir vizyon”la yola çıkmış olan HOK SVE’nin spor yapıları üreten bölümü olan HOK Sport’un üç kıtada üç ofisi bulunuyor. Kansas City’deki ofis, Kuzey ve Güney Amerika bölgesinden sorumluyken, Avustralya Brisbane ofisi Asya ve Okyanusya’dan, Londra ofisi ise Afrika, Avrupa ve Ortadoğu’daki projelerden sorumlu. O sırada yürütülmekte olan projelerle ilgili her konudaki bilgi alışverişi, birbirlerine elektronik olarak bağlı olan bu ofislerce oluşturulmuş bir bilgi havuzu kullanılarak sağlanabiliyor. Londra ofisinde 110 kişilik bir ekip çalışıyor. Bu ekip, iş geliştirme uzmanları, tasarım ve sunum bölümleri ile şantiye ofislerinden meydana geliyor. HOK Sport tarafından halen sürdürülen projeler arasında Ascot at yarışı tesisleri, İrlanda’nın başkenti Dublin için Milli Stadyum, Wimbledon Merkez Kortu yenileme çalışması, Torino Kış Olimpiyatları için tasarlanan sürat pateni salonu ve halen Londra’da yapımı süren yeni Wembley ve Arsenal Emirates stadyumları yer alıyor. Devam eden projelerden bir diğeri ise grubun Murat Tabanlıoğlu Mimarlık ofisiyle ortaklaşa yürüttüğü Kazakistan’daki Astana Stadyumu. Ayrıca HOK Sport ekibi, “Allies ve Morrison” ve “Foreign Office Architects” ile Londra’da 2012 yılında gerçekleşecek olan Olimpiyatlar için Olimpiyat Stadyumu’nu ve yine olimpiyatlar için Millenium Dome binasının içinde inşa edilecek olan çok maksatlı bir spor salonunu tasarlamakla görevlendirildi.
HOK Sport’un portfolyosundaki diğer spor yapıları arasında 2000 olimpiyatlarının gerçekleştiği ”Sydney Olimpiyat” Stadyumu (Telstra Stadyumu), 2004 Portekiz Avrupa Futbol Şampiyonası finalinin oynandığı Lizbon’daki “Estadio da Luz” Stadyumu, Galler’deki “Cardiff Millenium” Stadyumu, ve 1995 yılında İngiltere’de ilk kez bir spor yapısı tarafından “RIBA Yılın Binası” ödülünü alan İngiltere Huddersfield’daki “Galpharm” Stadyumu da bulunuyor.
Barry Lowe’a HOK Sport’un spor mimarisine yaklaşımı ve gündemdeki projeleriyle ilgili merak ettiklerimizi sorduk:
Sena Özfiliz: Londra’daki yeni Wembley Stadyumu uzun zamandır gündemi meşgul eden ve sonucu merakla beklenen bir proje. Bu projenin tasarımında Sir Norman Foster’la işbirliği yaptınız. İşbirliği süreciniz nasıl geçti?
Barry Lowe: Sir Foster’la projenin başından beri yaklaşık 7-8 yıldır çalışıyoruz. O çok iyi bir iş ortağı. İki bağımsız mimari ofis arasında gerçekleşen başarılı ortaklıklardan biri diyebilirim.
S.Ö: Eski Wembley stadyumu İngiltere için sembol yapılardan biriydi. Bu yapıyı yıkarak yerine yeni bir stadyum inşa etme kararını vermek zor olmadı mı?
B.L: Bu tür bir müdahale ABD’de yapılsaydı, eski yapıyı korumak ya da benzerini inşa etmek yoluna gidilebilirdi ancak mimarlıkta yeni fikirler üretmek de önemlidir. Eski Wembley’in zengin tarihçesi ve orada yaşanan anılar hep hatırlanacaktır. Ama bu çağın ihtiyaçlarına uygun modern bir bina gerekiyordu. Tasarlanan büyük kemer ise Wembley’in ünlü ikiz kulelerinin yerini alarak insanların yeni stadyumla bağ kurmasını sağlayan yeni ikon olacak.
S.Ö: Yeni stadyumun aynı zamanda kuzeybatı Londra’yı dönüştürecek bir katalizör görevi üstlenmesi de hedeflendi değil mi?
B.L: Evet, stadyum bölgede büyük bir değişimin öncüsü olacak. Binanın çevresine de büyük yatırım yapılıyor. Bunlar arasında yeni yerleşimler, kamusal alanlar ve yeni bir istasyon bulunuyor. Bu değişimin sonuçları orta vadede alınacaktır ama mevcut Wembley Arena (konser salonu)’nın yenilenmesi gibi bazı sonuçlar şimdiden alınmaya başladı.
S.Ö: Wembley’in açıklanan ilk tasarımında kemerin yerine taşıyıcı işlevini gören direkler yer alıyordu. Daha sonra tasarımın değiştirilerek direkler yerine kemerin tercih edilmesinin nedeni nedir?
B.L: Bu karar aslında pratik nedenlere dayanıyor. Arazinin taban alanının sınırlı oluşu ve taşıyıcı direklerin stadyumun efektif alanından mekan kaybına neden olması nedeniyle böyle bir yol düşünüldü. Ayrıca taşıdıkları yükün fazlalığı nedeniyle temellerin boyutları yüzünden de oldukça fazla alan kaybedilecekti. Arazi sınırlamalarının da etkisiyle çözüm, taşıyıcı kolonlara cephede yer vermek ve çatıyı başka türlü taşıtmaktı. Kemer bunun için çok uygun bir çözümdü. Biz kemeri tasarlarken ikonik bir anlam da kattık. Bu kemer aynı zamanda ulusların kardeşçe biraraya gelerek spor yapma idealini de simgeliyor. 130 metre yüksekliğindeki bu kemer, stadyumun küçük bir tepede yer almasından dolayı daha anıtsal görünüyor.
S.Ö: Daha önce İstanbul’a gelmiş miydiniz? İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadyumu’nu gördünüz mü?
B.L: Evet. Stadyumda ve çevresinde bulundum.
S.Ö: Olimpiyat Stadyumu için yer seçiminde Wembley’dekine benzer bir amaç güdülmüştü, yani o bölgeyi dönüştürmek hedefleniyordu. Ancak stadyumun yer seçimi, çevreyle bağlantıları ve tasarımı konusunda sorunlar ve eleştiriler var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
B.L: Bağlantılar tabii ki önemli ama bunlar çözülebilecek sorunlar. Büyük bir organizasyon için bu sorunların giderilebileceğini Şampiyonlar Ligi finalinde gördük. Ayrıca Türkiye’nin 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası adaylığıyla ilgili olarak Türkiye Futbol Federasyonu’yla görüşmelerimiz oldu. Şampiyonlar Ligi Finali’nin organizasyonundaki başarı UEFA’ya Avrupa Şampiyonası’nı da başarıyla düzenleyebileceğinizin kanıtı oldu.
S.Ö: İstanbul’daki diğer stadyumları da gördünüz mü, bunlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
B.L: Fenerbahçe stadyumunu gördüm, oldukça güzel bir stadyum.
S.Ö: Ayrıca Dolmabahçe Sarayı yakınındaki İnönü Stadyumu’nda da geçtiğimiz sene bir yenileme ve genişletme çalışması yapıldı. 1948’de hizmete açılan bu stadyumun kapasitesi zemin kotunun altına inilerek 10 bin kişi daha genişletildi. Wembley Stadyumu için yapılan tartışmaların benzeri bir süredir bu stadyum için de gündemde. Yapı artık ihtiyacı karşılamıyor ancak stadyum tarihi niteliğiyle koruma altında olduğundan müdahale olanağı sınırlı. Dolayısıyla denize bakan cephe korunarak kapasite artırıma gidilmesiyle ilgili tartışmalar yapılıyor. Siz olsanız bu sorunu nasıl çözerdiniz?
B.L: Denize açılan manzarayı ve tarihi cepheyi koruyarak arkada kalan boş alanı da kullanarak (İETT garajının olduğu alan) yeni bir stadyum inşa etmek mümkün olabilir.
S.Ö: Bildiğiniz gibi stadyum tasarımında iki temel yaklaşım vardır. İlki kökleri Yunan amfitiyatrolarına kadar giden, doğa içinde doğayla birlikte tasarlanan stadyumlar, diğeri ise kökleri Roma arenalarına dayanan içe dönük, anıtsal ölçekteki stadyumlar. HOK’un tasarladığı stadyumlar hangisine daha yakın duruyor?
B.L: Biz stadyumlarda işlevin daha içe dönük olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla içeriye yeterince odaklanıp seyircilerin konforunun en yüksek düzeyde olmasına önem veriyoruz.
S.Ö: Rod Sheard “stadyumların 5 nesli” teorisinde 4. nesil stadyumlarda dijital seyrin önemini vurgularken, gelecekte tasarımın stadyumdaki seyirciler kadar, evde TV’ lerinin başında bulunan izleyicilere göre de şekilleneceğini öngörüyor.
B.L: Rod, stadyumların sadece stadyum olmadığını aynı zamanda bir tv stüdyosu gibi çalışabileceğini öngörüyor. Tasarımda artık stadyumda olmayan kitlelerin de göz önüne alınarak tasarım yapılması gerektiğini ifade ediyor. Dijital medya çağında yaşıyoruz. Bilgisayarlar, taşınabilir elektronik araçlar bir şeyleri yapmanın doğal araçları haline geldi. Teknolojinin imkanları kullanılarak stadyumdaki seyircilerin de seyirden maksimum keyif alması hedefleniyor. Olayın bir başka yönü de ticari potansiyeli. Daha fazla hizmet satabilirsiniz, bu şekilde oturdukları yerden, akıllı koltuklar aracılığıyla istatistiklere, görüntü tekrarlarına, diğer maçların görüntü ve skorlarına ulaşmaları ve yiyecek içecek siparişi vermeleri mümkün olacak. Bu hizmetleri sağlamak tasarımın kendisi kadar önemli. Tasarımcı olarak bizim yapmamız gereken, seyircilerin beklenti ve ihtiyaçlarını anlayabilmek, önceden tahmin edebilmek ve beklentilerini karşılayabilecek servisler sunmak. Bu hızlı değişime ayak uydurabilecek esnek tasarımları da üretmek önemli. Son 50 yılda baş döndürücü bir değişim yaşandı ve değişim hızlanarak sürüyor. Adapte olmaya yatkın binalar tasarlamalıyız. Toplumdaki, teknolojideki ve insanların düşünüş tarzındaki değişimleri tasarıma yansıtabilmeliyiz.
S.Ö: Sanırım yeni inşa edilmiş veya yenilenmiş bir stadyumda, seyircilerin alışık olduğu “atmosferinin” korunması gerekliliğine siz de katılıyorsunuzdur. Seyrin dijitalleşmesi ve bireyselleşmesi atmosferin korunmasına zarar vermeyecek mi? Gelecekte insanların stadyuma gitmeyi bırakma ihtimali var mı sizce?
B.L: Bu tartışmalar bilgisayar devriminin başladığı 50’li 60’lı yıllarda da yaşandı. Artık ev ofislerden işlerin yürütülebileceğine inanılarak ofis binalarına gerek kalmayacağı sanıldı. Oysaki insanlar birbirleriyle etkileşim içinde olmaya ihtiyaç duyuyor. Gördükleri birşeyi yaşamayı, denemeyi istiyorlar. Bu sporda da böyle. TV de de maç seyrediliyor ancak asla “orada olmak”la aynı hissi vermiyor. Tv’de daha iyi seyir açıları ve tekrar imkanları olmasına rağmen atmosferi ve duyguyu yaşayamıyorsunuz. Gerçeğin simulasyonu olan video oyunlarına da baktığımızda gerçeğin kendisini taklit edemediklerini görüyoruz. Dolayısıyla insanların canlı seyirden uzak kalacağını sanmıyorum.
S.Ö: İnsanlar kimliklerini ifade edebilmek, aidiyet duygusunu yaşayabilmek ve atmosferi hissetmek istiyorlar değil mi?
B.L: Doğru, spor adeta yeni bir din gibi. Başka hiçbir yapıda görülmediği kadar çok kalabalıklar stadyumlara takımlarını desteklemeye, bir arada olmaya gidiyor. Ve pek çoğu dini yapılara gittiklerinden sık gidiyorlar spor yapılarına.
S.Ö: Arsenal’in yeni stadyuma taşınmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Taraftarların yeni stadyuma yaklaşımları nasıl?
B.L: Taraftarlar başka bir stadyuma taşınmayı genelde istemezler, o stadyumla özdeşleşmiş hissederler kendilerini. Ama Emirates Stadyumu’na gitmeye başladıklarında eminim ki sevecekler. Zaten eski stadyuma çok yakın olması dolayısıyla zorluk çekmeyeceklerini düşünüyorum. Tabii ki takımların konforu ve servisler açısından yeni stadyum çok daha avantajlı olacak. Tek sorun bölgede yaşayan insanlar açısından yaşanabilir, Ancak yoğun bir kentsel alanda bulunması dolayısıyla maç günleri bölgede 38 bin yerine 60 bin kişi toplanacak, bu durum bölgede yaşayan insanlar için sorun oluşturabilir.
S.Ö: Peki bu gibi sorunlara rağmen HOK’nin tercihi stadyumların şehir içinde olmasından yana mı?
B.L: İstanbul’da hedeflendiği gibi, bir bölgeyi geliştirmek amaçlanıyorsa stadyumları şehrin çeperlerine inşa etmek bir çözüm olabilir. Ancak şehir merkezlerini dönüştürmek için de stadyumlar iyi bir çözüm olabilir. Cardiff’te (Galler) bu yapıldı. Şehir dışında da pek çok stadyum inşa ediyoruz ancak şehre hizmet eden ve karşılaşma günleri haricinde de kullanılan stadyumlar daha akılcı.
S.Ö: Peki klüpler için mi yoksa ülkelerin milli federasyonları için mi tasarım yapmak daha kolay?
B.L: Aslında hepsi farklı kiriterlere sahip, hem klüpler hem milli federasyonlar hem de şehir yönetimleri için tasarım yapıyoruz. Şehirlerin yatırım olanakları klüplere göre daha geniş oluyor genelde çünkü fonlardan gelen halkın parasını kullanıyorlar. Milli stadyumların ise nasıl finanse edildikleri önem taşıyor ve bunlarda o ülkeyi ve değerlerini temsil edecek sembolik bir yan aranıyor.
S.Ö: Verdiğiniz bilgiler ve ofis turu için teşekkürler.
HOK Sport’un web sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Şu anda Londra’da yapımı süren iki HOK Sport projesinin (Wembley ve Emirates Stadyumları) şantiyesine yaptığımız ziyaretlerle ilgili izlenimlerimize, ilerleyen günlerde haber dosyamızdan ulaşabileceksiniz.
Röportaj ve fotoğraflar: Sena Özfiliz
|